“Bir grup, Kitâbullah'ı okuyup ondan ders almak üzere Allah'ın evlerinden birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekînet iner ve onları Allah'ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allah, onları, yanında bulunan yüce cemaatte anar.” (Müslim, Zikir 38, 2699; Ebû Dâvud, Salât 349, 1455; Tirmizî, Kırâ'at 3, 2946)
Dünyada Cennet Bahçeleri
Allah Resûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem ve ashabı bir sohbet meclisinde oturuyorlarken, Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“Cennet bahçelerine uğradığınız zaman istifade ediniz.” buyurdular. Sahabeler:
“Cennet bahçeleri nerelerdir, yâ Rasûlâllah?” diye sordular. Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“Oralar, ilim/zikir meclisleridir.” buyurarak cevap verdi. (Tirmizî, Deavât, 82/3510)
Evet, cennet bahçesi olan meclislerin belirgin vasfı ilim ve zikirdir. Diğer bir ifadeyle kitabullah ve Rasûlullah vasıtasıyla Hakk’ın kullarına beyan ettiği hakikatlerin o mecliste paylaşılması ve Hakk’ın hatırlanmasıdır. İlimsiz ve zikirsiz meclisler kastettiğimiz sohbet meclisi olmaktan uzaktır. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Herhangi bir topluluk oturdukları meclisten Allah’ı zikretmeden kalkarlarsa, merkep leşi yanından kalkmış gibi olurlar. O meclis de onlar için bir pişmanlık olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb 25)
Gönüllerin diri ve heyecanların sönüp gitmemesi için imanlı gönüllerin zaman zaman bir araya gelmeleri bir zarurettir. Ashâb-ı kiramın zaman zaman birbirlerine “Haydi gelin de bir anlık da olsa imanımızı yeniden hatırlayalım” davetleri son derece uyarıcıdır. Bu yönüyle her müminin devam etmesi gereken bir ilim ve irfan halkasına ihtiyacı vardır. Kişi ya böyle bir halka oluşturmalı ya da var olan bir halkaya iştirak etmelidir. Aksi halde çoğu zaman lüzumsuz meşgaleler, insan ve cin şeytanlarının vesveseleri ve nefsin kuruntuları gönülleri işgal eder ve hayat bir hiç uğruna heba edilmiş olur.
İlim ve irfan ehli bile “benim böylesi birlikteliklere/sohbetlere ihtiyacım yok” diyerek yalnızlığa kendini mahkûm edecek olursa zamanla donuklaşacak, sönükleşecek ve uzaklaşacaktır. En azından kulluk yolculuğunda ülfet, muhabbet ve beraberlikten neşet eden şevk ve şetaret kaybolacaktır. Birçok hakikati misallerle ve benzetmelerle anlatan Hz. Mevlânâ beraberliğin büyük bir nimet oluşuna şöyle dikkat çeker:
“Şeytan kurttur, sen de Yûsuf’a benziyorsun, sakın Yakub’un eteğini bırakma. Kurt, çoğu zaman, sürüden ayrılıp yalnız başına giden kuzucağızı kapar… İnsan yolsuz, arkadaşsız kalırsa, pek sıkılır, darlığa düşer. Bu yol tehlikelerle doludur. Bu yol insanın canıyla, başıyla oynayacağı yoldur. Her meşelikte, her sazlıkta yufka yüreklileri ürkütecek, geri çevirecek bir afet vardır. Din yolu, her kötü yaradılışlının gideceği yol değildir. Bu yüzden de o yol tehlikelerle dopdolu bir yoldur. Bu korkulu yoldaki imtihanlar, denemeler, unu kepekten ayıran elek gibi, yüreklileri yüreksizlerden ayırt eder. Öyle düşünelim ki; sen ihtiyatla hareket ettin de kurt sana rastlamadı, seni kapmadı. Fakat topluluk olmadıkça, o ruhanî neşeyi bulamazsın ki. Yalnız başına bir yolda neşeli neşeli giden kişinin duyduğu sevinç, dostlarla, arkadaşlarla giderse, yüz misli artar. Her işi yavaştan alan, hantal tabiatlı eşek bile, dost ile beraber bulununca neşelenir, çevikleşir, kuvvet bulur. Kervandan ayrılıp yalnız başına yol almaya kalkışan eşeğe, o yol yüz misli uzar, onu yorar. O çölü, o ovayı yalnız başına aşıncaya kadar, modullanır, ne kadar sopa yer. O eşek sana der ki: ‘Bu sözü iyi dinle, eşek değilsen, böyle yalnız başına yola düşme! Yolu gözeterek yalnız başına güzel güzel yürüyüp giden, şüphe yok ki, arkadaşlarla dostlarla daha hoş gider, daha hoş yol alır.’ Bu Hak yolunda her peygamber, mucize gösterdi, arkadaşlar aradı. Duvarların yardımı, desteği olmasaydı, evler, ambarlar ayakta durabilir miydi? Her duvar, öteki duvarlardan ayrı olsa, tavan, havada direksiz, dayanaksız nasıl durabilirdi?”